Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması – Av. Ozan Soylu
Meşru müdafaa, kişinin kendisine veya başkasına yönelik haksız saldırılara karşı savunma yapabilmesini ifade eder. Bu savunma hukuka uygun olsa da ancak belirli sınırlar dahilinde yapılabilir. Bu sınırı aşan failin cezai sorumluluğu gündeme gelebilir. Meşru müdafaa sınırının aşılması ile ilgili hukuki sonuçlar Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 25. maddesinde düzenlenmiştir:
Madde 27- (1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.
Yargıtay bir kararında meşru savunma hakkı sınırının ihlal edilmesini şu şekilde değerlendirmiştir: “Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durumdur.”
Yine başka bir Yargıtay kararında, “Sanığın aralarında geçmişe dayalı husumet bulunan mağdurun kendisine saldırarak yere yatırması, vurmaya ve boğazını sıkmaya başlaması, mağdurun kardeşi B’nin de ayaklarından tutması nedeniyle tüm çabasına rağmen ellerinden kurtulamaması göz önüne alındığında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığının kabulü zorunludur” denilerek, sınırların aşılmasında haklı görülebilecek örnek bir olaya ışık tutmuştur.
Sınırın aşılmasına yönelik bir diğer durum ise savunma hakkının saldırı sırasında veya saldırının kesin olduğu anlarda kullanılabilmesidir. Saldırı bittikten sonra yapılan eylemler sınır çerçevesinde değerlendirilmez.
Müdafaa sınırlarının aşılması konusunda önemli bir tartışma konusu da, kaçma imkanının varlığı halinde savunmanın zorunlu olup olmadığıdır. Bazı hukuk sistemlerinde, kaçma imkanı varken savunmada bulunulması durumunda meşru müdafaa hakkının kullanılamayacağı kabul edilmektedir. Ancak Türk hukuk doktrininde genel kabul, kişinin kaçma zorunluluğunun bulunmadığı yönündedir.
Meşru müdafaada, üçüncü kişiler lehine yapılan savunmalarda da sınırın aşılması mümkündür. TCK’nın 25. maddesine göre, kişi hem kendisi hem de başkasının hakkını savunabilir fakat hakim saldırının sınırlar dahilinde olup olmadığına müdafaanın niteliğini ve ciddiyetini inceleyerek karar verecektir.
Müdafaanın hududunu belirleyen diğer bir husus, savunmanın, saldırıyı etkisiz hale getirmeye yönelik olmalıdır. Saldırganı cezalandırma amacı güden eylemler, meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemez. Bu tür eylemler ayrı birer suç niteliği kazanır.
Sonuç: Meşru müdafaada yargı organları, sınırın aşılıp aşılmadığını değerlendirirken, saldırının niteliği, savunmanın orantılılığı, failin içinde bulunduğu psikolojik durum gibi faktörleri dikkate almaktadır. Her olay hakim tarafından kendi özelinde değerlendirildiğinden, bu meşru savunmada kesinlikle sınır aşılmıştır ya da aşılmamıştır şeklinde yorum yapmak doğru olmayacaktır.
Bu konuda daha fazla yardım veya danışmanlık için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
ÖRNEK YARGITAY KARARI
12CD Esas: 2014/8361 Karar: 2015/664 Tarih: 19.01.2015
Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davalı vekili ve davacı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Tazminat davasının dayanağı olan …20. Ağır Ceza Mahkemesinin, 2011/76 Esas – 2011/206 Karar sayılı ceza dava dosyasının incelenmesinde; sanık (davacı) hakkında kasten öldürme suçundan yapılan yargılama sonunda, mahkemece ”davacının (sanığın) meşru müdafaa koşulları içinde meşru müdafaa sınırlarını aşarak mazur görülebilecek heyecan, korku ve telaş nedeniyle maktülü yaralayıp ölümüne neden olduğunun anlaşıldığı” gerekçesiyle sanık (davacı) hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ve beraatine dair karar verilmiş ise de, anılan gerekçe ile davacı (sanık) hakkında TCK’nın 27/2. ve CMK’nın 223/3-c. maddeleri gereğince yalnızca ceza verilmesine yer olmadığına kararı verilmesi gerektiği halde, mahkemenin buna ek olarak verdiği beraat kararının yok hükmünde olduğu, bu kapsamda 5271 sayılı CMK’nın 144. maddesinde tazminat verilemeyecek kişiler arasında hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenlerin sayıldığının anlaşılması karşısında, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi,
Kabule göre de;
Manevi tazminat miktarı belirlenirken objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre, tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle, hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacının tutuklu kaldığı süre dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının bu ölçülere uymayıp eksik tayini,
Kanuna aykırı olup, davalı vekili ve davacı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 19.01.2015 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
(M)
MUHALEFET ŞERHİ
Davacı hakkında TCK’nın 81/1 ve 29. maddeleri gereğince kamu davası açılmış, bu suç dolayısıyla 3 yıl 5 ay 4 gün gün tutuklu kaldıktan sonra yargılama sonunda TCK’nın 27/2. maddesi gereğince ceza tertibine yer olmadığına ve beraatine karar verilerek kamu davası sonuçlanmıştır.
CMK’nın 141. maddesi koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilecek kişilerin beraat veya kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile davanın sonuçlanmasını öngörse bile maddenin birinci fıkrasına 6459 sayılı kanunla eklenen (k) bendi ve 6545 sayılı kanunla maddeye eklenen 3. fıkra hükmü ve Yargıtay …Ceza Dairesi uygulamalarında hukuk devleti olmanın en önemli belirtisi olan devletin fertlere verdiği zararları tazmin etmesini öngören Anayasa 19/son, 40/son hükümleri ile yine Anayasanın 90. maddeleri gereğince iç hukuk kapsamında kanun hükmünde bağlayıcılığı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da nazara alınarak birey mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlanmıştır.
Bu kapsamda şartla tahliyeden fazla tutuklu kalınan süreler (….D, 24.01.2013/24083-1) ve yol tutuklamasında makul sürede hakim önüne çıkarılmama (….D, 15.05.2012/20114-12183) gibi hallerde mağdur olanların zararlarının giderilmesinin kabul edilmesi karşısında davacının haksız yere tutuklu kaldığı 3 yıl 5 ay 4 gün için maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerekir.
CMK’nın 144. maddesinde tazminat isteyemeyecek kişiler arasında “kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler” de sayılmıştır.
Bir kimsenin kusurluluğundan söz edebilmek için o kişinin kusur yeteneğinin bulunması, yani failin kusurlu davranabilme kabiliyetine sahip olması gerekir.
Kusur yeteneği (isnat kabiliyeti) doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırabilme ve buna göre davranabilme kabiliyetidir. Yani haksızlığı anlayabilme ve bu anlayışa göre davranabilme yeteneğinin bulunması gerekir. Bütün insanların kusur yeteneğine (isnat kabiliyetine) sahip olduğu kanuni karine olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında ise bu kusur yeteneğini doğrudan kaldırdığına inanılan olgularda kabul edilmiştir.
Bunlar;
Belirli bir yaşın altında olanlar (Yaş küçüklüğü).
Akıl hastalığı olanlar.
Sağır dilsizler.
Geçici nedenler altında olanlar.
Alkol-uyuşturucu madde etkisi altında olanlar.
Kusur yeteneğini hiçbir işleme gerek kalmadan kaldıran bu beş halden birisinin bulunması halinde, CMK’nın 223.maddesinin 3.fırka (a-son) bendinde ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesini kabul etmiştir. Yine aynı fıkranın b, c ve d bentlerinde diğer ceza verilmemesini gerektiren haller sayılmıştır. CMK’nın 144. maddesi ise sadece isnat yeteneği ile ilgili olan CMK’nın 223/3-a maddesindeki “yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması” hallerde tazminat verilemeyeceğini kabul etmiştir. İşte CMK’nın 144/1-d. maddesinde belirtilen kusur yeteneğinin bulunmaması halleri olarak sayılan bu haller bakımından kanuna uygun olarak tutuklanan ve yakalanan kişiler hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi halinde tazminat istenemeyeceği öngörülmüştür. Kusur yeteneği olmayan kişinin eylemi suç vasfını korumakta, sadece ceza hukuku açısından kişiye ceza verilmemektedir.
Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle verilen nihai karar için tazminat verilmemesinin sebebi kusurluluğu kaldıran olguların olup olmadığı ancak yargılama aşamasında belli olacak olduğundan baştan koruma tedbirinin uygulanmasının haklı olduğu gerekçesi varıdır. Dava konusu olay bakımından baktığımızda da sanık tutuklandıktan sonra bu isnat yeteneklerinin yokluğu nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmemiştir. Davacı bakımından, yaşının küçüklüğü, akıl hastalığı, geçici nedenler altında olma, alkol veya uyuşturucu madde kullanma etkisi altında olma durumu yoktur.
Davacının yargılandığı ceza davasında ise TCK’nın 27/2. maddesi gereğince “meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez” hukuka uygunluk sebebi olan ceza sorumluluğunu kaldıran bir hukuka uygunluk hali bulunmaktadır. Bu haliyle baştan beri hukuka uygunluk sebebi içinde bulunan tutuklanması ve yakalanması söz konusudur. Nitekim mahkemede burada hukuka uygunluk sebebinin daha ağır bastığını düşünerek “ceza verilmesine yer olmadığına”, yanında ayrıca “beraat” kararı kelimesini de kullanmıştır.
Eğer davacı soruşturma aşamasında tutuklanmamış olsaydı, yargılama sonunda ceza almadığından cezaevine alınması söz konusu olmayacaktı. Bu haliyle zarar doğuran bir adli işlem söz konusudur.
28. 06. 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla CMK’nın 141.maddesine eklenen üçüncü fıkra gereğince “Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” hükmü getirilmiştir. Bu düzenleme ile koruma tedbirleri dışında yapılan işlemlerden zarar görenlerin zararlarının giderilmesi amaçlanmıştır. Davacı, dava konusu olayda ceza hâkiminin hakkında meşru savunma uygulanacak kişiyi tutuklaması söz konusu olup fıkrada belirtilen hakim ve savcıların “yaptıkları işlemler” den zarar gören kişi durumundadır. Bu gibi hukuka aykırılıkların giderilmesi için bu hüküm getirilmiştir.
Manevi tazminat miktarının azlığı nedeniyle hükmün bozulması gerekirken hiç tazminat alamayacağının kabulü hukuka aykırıdır. Çünkü hükmedilen 15.000 lira manevi tazminat miktarına faiz işletildiğinde davacının eline geçecek miktar 22.500 liradır. Dairemiz uygulamalarına göre davacının 2015 yılı itibariyle yıllık 15.000 lira tazminat makul kabul edildiğinden mahkemenin en az 33.000 lira manevi tazminata hükmetmesi gerekirdi.
Kısaca davacının 6216 sayılı Kanunun 45-50.maddeleri gereğince hak arama yolu açık olmakla birlikte, yargılama sonunda kanaatimce meşru savunmadan beraat kararı verilmesi gerekirken ceza verilmesine yer olmadığına karar verilerek davacı aleyhine bir durum oluşturulmuştur.
Tüm açıkladığımız nedenlerden dolayı davacının uğradığı haksızlık nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi gerektiğini düşündüğümüzden tazminat verilmesini kabul eden mahalli mahkemenin manevi tazminatın azlığı sebebiyle bozulması gerekirken başka bir sebepten dolayı bozulmasına kararının yerinde olduğunu ve onanması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.