Bize Ulaşın +90 537 430 75 73

Boşanmada Hangi Davranışlar Af Niteliğinde Değildir?

Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen boşanma sebepleri, evlilik birliğinin sona ermesine yol açan hukuki gerekçeleri oluşturmaktadır. Bu sebepler, özel ve genel boşanma sebepleri olarak iki ana kategoride incelenir. Zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme, terk ve akıl hastalığı gibi özel boşanma sebepleri, kanunda açıkça düzenlenmiştir. Bunun yanında, evlilik birliğinin temelinden sarsılması gibi genel boşanma sebepleri de mevcuttur.

Boşanma davalarında affetme kavramı, özellikle özel boşanma sebeplerinin varlığı halinde büyük önem taşımaktadır. Çünkü affetme, boşanma davasının açılmasını engelleyebileceği gibi, açılmış olan davanın reddine de sebep olabilir. Bu durum, maddi ve manevi tazminat hakları, nafaka talepleri, velayet düzenlemeleri ve mal rejiminin tasfiyesi gibi boşanmanın fer’i (ikincil) sonuçlarını doğrudan etkilemektedir.

Affetme olgusu, eşlerin kusur oranlarının belirlenmesinde de kritik bir rol oynamaktadır. Çekişmeli boşanma davalarında, tarafların kusur durumları değerlendirilirken, hangi davranışların affedildiği veya hoşgörüyle karşılandığı titizlikle incelenmektedir. Bu yazımızda, Yargıtay yaklaşımı ışığında hangi durumların boşanma esnasında af kapsamında değerlendirilmediğini inceleyeceğiz.

 

1. Af Sayılmayan Örnek Durumlar

Boşanma davalarında, bazı özel durumlar ve beyanlar Yargıtay tarafından af kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu durumların her biri, kendi özel koşulları içinde ele alınmakta ve hukuki sonuçları özenle değerlendirilmektedir.

a. Dava Sırasında Boşanmak İstemediğini Söylemek

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, davalı eşin yargılama sırasında boşanmak istemediğini belirtmesi veya davanın reddini talep etmesi, af olarak nitelendirilmemektedir. Bu tür beyanlar, mahkeme sürecinin doğal bir parçası olarak değerlendirilmekte ve diğer eşin kusurlu davranışlarının affedildiği anlamına gelmemektedir. Özellikle daha önceki davalarda kesinleşen kusurlu davranışlar, bu beyanlardan etkilenmemektedir.

b. Evliliği Kurtarma Amaçlı Müzakereler

Tarafların evlilik birliğini kurtarmak amacıyla yaptıkları müzakereler ve görüşmeler, af niteliğinde sayılmamaktadır. Bu görüşmeler sırasında tarafların birbirlerine karşı olumlu yaklaşımları veya uzlaşma çabaları, önceki kusurlu davranışların affedildiği anlamına gelmemektedir. Özellikle fiili ayrılık döneminde yapılan barışma müzakereleri, Yargıtay tarafından sadece iyi niyetli bir girişim olarak değerlendirilmekte ve af kapsamında sayılmamaktadır.

c. Kısa Süreli Birliktelikler

Eşlerin yaşanan olaylardan sonra kısa süreli birlikte yaşamaları veya bir araya gelmeleri, af olarak kabul edilmemektedir. Örneğin, şiddet olayından sonra 9-10 gün gibi kısa bir süre müşterek hanede kalma durumu, Yargıtay tarafından af olgusunu ispatlamak için yeterli görülmemektedir. Benzer şekilde, olaylardan sonra evliliğin yaklaşık 1.5 ay kadar sürmesi durumunda da, bu sürenin kısalığı nedeniyle kusurun affa uğradığı kabul edilmemektedir.

d. Tartışmaların Devam Ettiği Durumlar

Yargıtay’ın içtihatlarına göre, eşler arasındaki tartışmaların ve anlaşmazlıkların devam ettiği hallerde, birlikte yaşamaya devam edilmesi af olarak kabul edilmemektedir. Örneğin, fiziksel şiddet olayından sonra birlikte yaşamaya devam edilse bile, mağdur eşin sürekli olarak yaşadığı olayı gündeme getirmesi ve “ben sizin yüzünüzden bu hale geldim” şeklindeki yakınmaları, problemlerin devam ettiğini göstermektedir. Bu gibi durumlarda, evlilik birliğinin devam etmiş olması affetme olarak değerlendirilmemektedir.

e. Hukuka Aykırı Delillerle İspat Girişimleri

Boşanma davalarında affın ispatı için kullanılan delillerin hukuka uygun yollarla elde edilmiş olması gerekmektedir. Yargıtay kararlarında, özellikle eşin rızası olmadan elde edilen görüntü kayıtları gibi hukuka aykırı delillerin, af olgusunun ispatında dikkate alınamayacağı açıkça belirtilmektedir. Örneğin, eşin rızası olmadan kaydedilen görüntülerin bulunduğu CD’ler, hukuka aykırı delil niteliğinde olduğundan, affın ispatında kullanılamamaktadır. Bu durumda, tarafın af iddiasını başka hukuka uygun delillerle ispatlaması gerekmektedir.

 

2. Zorunlu Birliktelikler

Boşanma davalarında, eşlerin çeşitli zorunlu sebeplerle aynı mekânı paylaşmaları veya bir araya gelmeleri, hukuken af olarak değerlendirilmemektedir. Bu durumlar, evlilik birliğinin devamına yönelik bir irade beyanı olarak kabul edilmemektedir.

a. Aynı Evde Farklı Odalarda Kalmak

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, eşlerin aynı evde fakat farklı odalarda kalmaları af olarak değerlendirilmemektedir. Özellikle anlaşmalı boşanma davası sürecinde, duruşma gününün beklendiği dönemde aynı evde yaşamaya devam edilmesi durumunda dahi, eşlerin ayrı odalarda kalmaları halinde bu durum affın varlığına karine teşkil etmemektedir. Yargıtay kararlarında, bu durumun sadece geçici bir zorunluluk olarak değerlendirildiği görülmektedir.

b. Zorunlu Nedenlerle Bir Gece Aynı Evde Kalmak

Eşlerin hava muhalefeti gibi zorunlu sebeplerle geçici olarak aynı evde kalmaları, af olarak kabul edilmemektedir. Yargıtay kararlarında, bu tür zorunlu birlikteliklerin evlilik birliğini devam ettirme iradesini göstermediği belirtilmektedir. Örneğin, yılbaşı günü çocuklar için bir araya gelen eşlerin, hava şartları nedeniyle aynı evde kalmak zorunda kalmaları durumunda, bu durum affetme veya hoşgörü gösterme olarak değerlendirilmemektedir.

c. Çocukların Etkinlikleri Nedeniyle Bir Araya Gelmek

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, eşlerin müşterek çocuklarının doğum günü, okul etkinlikleri veya benzeri organizasyonlarda bir araya gelmeleri, kusurlu davranışların affedildiği anlamına gelmemektedir. Bu tür buluşmalar, ebeveynlik sorumluluklarının bir gereği olarak değerlendirilmekte ve hukuki sonuç doğurmamaktadır. Örneğin, davanın devamı sırasında ortak çocuğun doğum günü ve okul etkinliklerinde bir araya gelmelerin, kadının eşinin kusurlu davranışlarını affettiğini kabule yeterli olmadığı Yargıtay kararlarında açıkça belirtilmektedir.

d. Orduevi Gibi Yerlerde Zorunlu Konaklama

Eşlerin görev yeri değişikliği veya benzeri zorunlu durumlar nedeniyle orduevi gibi yerlerde geçici olarak birlikte konaklamaları, af olarak değerlendirilmemektedir. Yargıtay kararlarında, örneğin eşlerin tayinlerinin çıkması üzerine kendilerine lojman tahsis edilene kadar orduevinde konakladıkları süreçte bir arada bulunmalarının, kusurlu davranışların affedildiği veya hoşgörüyle karşılandığı anlamına gelmediği vurgulanmaktadır. Bu durum, tamamen zorunlu koşullardan kaynaklanan geçici bir birliktelik olarak kabul edilmektedir.

 

3. Ceza Davalarıyla İlgili Durumlar

Boşanma davalarında, eşler arasındaki ceza davalarındaki gelişmeler ve beyanlar, hukuki açıdan farklı değerlendirilmektedir. Özellikle ceza soruşturması ve kovuşturması sırasındaki beyanların boşanma davasına etkisi, Yargıtay içtihatlarıyla belirli kurallara bağlanmıştır.

a. Ceza Davasında Şikayetten Vazgeçme

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, eşin ceza davasındaki şikayetten vazgeçmesi, boşanma davası açısından af niteliğinde sayılmamaktadır. Bu durum, sadece eşi cezai yaptırımdan kurtarmaya yönelik bir işlem olarak değerlendirilmektedir. Örneğin, davacının ceza davasında ve boşanma davasında eşiyle barıştıklarına dair bir beyanı bulunmasa bile, ceza davasında şikayetten vazgeçmiş olması, kocasını mahkumiyetten kurtarmaya yönelik kabul edilmektedir.

b. Kolluk Önünde Verilen İfadeler

Kolluk kuvvetleri önünde verilen ifadelerin ve yapılan beyanların da af niteliğinde olmadığı kabul edilmektedir. Örneğin, İlçe Jandarma Komutanlığında düzenlenen ve eşin ortak haneye dönmek istediğini belirten tutanaklar, tek başına af olgusu olarak değerlendirilmemiştir. Bu tür beyanlar, genellikle anlık durumları yansıtan ve hukuki sonuç doğurmayan açıklamalar olarak kabul edilmektedir.

 

4. Süreklilik Gösteren Fiziksel Şiddet Vakaları

Fiziksel şiddet içeren boşanma davalarında, şiddetin süreklilik gösterdiği hallerde, eşlerin bir arada yaşaması veya eve dönmesi durumları özel olarak değerlendirilmektedir. Bu tür vakalarda Yargıtay, affın varlığını kabul etmemektedir.

a. Tekrarlanan Şiddet Sonrası Ortak Hayata Devam

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, fiziksel şiddetin birden fazla kez tekrarlanması durumunda, eşlerin birlikte yaşamaya devam etmeleri af olarak değerlendirilmemektedir. Özellikle şiddet eyleminin süreklilik gösterdiği hallerde, mağdur eşin ortak konutta yaşamaya devam etmesi, kusurlu davranışların affedildiği anlamına gelmemektedir. Mahkeme kararlarında, bu durumun zorunluluktan kaynaklandığı kabul edilmektedir.

b. Şiddet Tehdidi Altında Birlikte Yaşama

Eşlerden birinin tehdit ve baskı altında ortak konutta yaşamaya devam etmesi durumunda, bu birliktelik af olarak kabul edilmemektedir. Yargıtay kararlarında, örneğin 20-25 günlük birlikte yaşama süresince dahi tehdit ve hakaretlerin devam ettiği durumlarda, ortak konuta dönüşün “barışma ve affetme” olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanmaktadır.

c. Korkuyla Eve Dönme Durumları

Eşin korku ve baskı nedeniyle eve dönmek zorunda kalması durumunda, bu dönüş af niteliğinde sayılmamaktadır. Yargıtay’a göre, özellikle şiddet tehdidi sonucu korkuyla eve dönen eşin bu davranışı, diğer eşi affettiği anlamına gelmemektedir. Bu gibi durumlarda, eve dönüşün iradi olmadığı ve zorunluluktan kaynaklandığı kabul edilmektedir.

 

5. Çocuklarla İlgili Durumlar

Boşanma davalarında çocukların varlığı nedeniyle ortaya çıkan durumlar, hukuki açıdan özel bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Yargıtay içtihatlarına göre, çocuklar için yapılan fedakarlıklar veya gösterilen yaklaşımlar, af niteliğinde sayılmamaktadır.

a. Çocuklar İçin Boşanmak İstemediğini Beyan Etme

Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, eşlerden birinin müşterek çocuklar nedeniyle boşanmak istemediğini beyan etmesi, af niteliğinde sayılmamaktadır. Örneğin, “Ben çocuklarımdan dolayı boşanmak istememekteyim” şeklindeki beyanlar, mahkemenin sulhe daveti sırasında söylenmiş sözler olarak değerlendirilmekte ve diğer eşin kusurlu davranışlarının affedildiği anlamına gelmemektedir.

b. Çocuklar İçin Eve Dönme İsteği

Eşlerden birinin çocukların geleceği veya psikolojisi düşünülerek eve dönmek istemesi durumu, hukuken af olarak kabul edilmemektedir. Bu tür istekler, tamamen çocukların yararı gözetilerek yapılan fedakarlık niteliğinde değerlendirilmektedir. Yargıtay kararlarında, çocuklar için eve dönme isteğinin, diğer eşin kusurlu davranışlarını affetme anlamına gelmediği açıkça belirtilmektedir.

c. Çocukların Etkinliklerinde Bir Araya Gelme

Eşlerin müşterek çocuklarının okul toplantıları, doğum günleri veya benzeri etkinliklerde bir araya gelmeleri, af olarak değerlendirilmemektedir. Bu buluşmalar, ebeveynlik sorumluluklarının doğal bir sonucu olarak kabul edilmekte ve kusurlu davranışların affedildiği anlamına gelmemektedir. Yargıtay, bu tür bir araya gelmelerin sadece çocukların yararı gözetilerek gerçekleştirildiğini kabul etmektedir.

 

Sonuç:

Boşanma davalarında af sayılmayan halleri incelediğimiz bu makalede, Yargıtay’ın yerleşik içtihatları doğrultusunda önemli tespitler yapılmıştır. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Barışma görüşmeleri ve iyi niyet girişimleri af sayılmamaktadır
  • Zorunlu sebeplerle gerçekleşen birliktelikler affetme anlamına gelmemektedir
  • Ceza davalarındaki şikayetten vazgeçme ve beyanlar af niteliği taşımamaktadır
  • Süreklilik gösteren şiddet vakalarında birlikte yaşama durumu zorunluluk olarak değerlendirilmektedir
  • Çocuklar için gösterilen fedakarlıklar af kapsamında sayılmamaktadır
  • Hukuka aykırı yollarla elde edilen deliller affın ispatında kullanılamamaktadır

Bu kriterler, boşanma davalarında sağlıklı bir hukuki değerlendirme yapılabilmesi için önem taşımaktadır.

 

Özel Boşanma Sebeplerinde Affetmenin Etkileri

Zina Sebebiyle Boşanmada Affetme

Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesinde düzenlenen zina, özel boşanma sebeplerinden biridir. Eşlerden birinin zina eylemini öğrenen diğer eş, 6 ay içinde ve her halde zina olayının üzerinden 5 yıl geçmeden dava açmalıdır. Ancak zina eyleminin affedilmesi durumunda, artık bu sebebe dayanarak boşanma davası açılamaz. Örneğin, eşin zinasını öğrendikten sonra onunla cinsel birlikteliğe devam edilmesi, aynı evde yaşamaya devam edilmesi veya birlikte tatile çıkılması gibi durumlar affetme olarak kabul edilmektedir.

Hayata Kast ve Pek Kötü Muamelede Affetme

Eşlerden birinin diğerinin hayatına kast etmesi veya ona pek kötü muamelede bulunması halinde, mağdur eş boşanma davası açabilir. Ancak bu olaylardan sonra eşlerin barışması ve ortak hayata devam etmeleri durumunda, bu eylemler affedilmiş sayılır. Özellikle süreklilik göstermeyen tek seferlik şiddet olaylarında, sonrasında birlikte yaşamaya devam edilmesi affetme olarak değerlendirilmektedir.

Terk Sebebiyle Boşanmada Affetme

Terk sebebiyle boşanmada, terk eden eşe 4 ay içinde eve dönmesi için ihtar çekilmesi gerekir. Ancak terk eden eş eve döndükten sonra diğer eş onu kabul ederse, artık terk sebebiyle boşanma davası açma hakkı ortadan kalkar. Bu durumda terk eylemi affedilmiş sayılır. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, terk eden eşin eve dönüş teklifinin kabul edilmesi halinde, önceki terk eylemi nedeniyle boşanma davası açılamaz.

Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürmede Affetme

Eşlerden birinin küçük düşürücü bir suç işlemesi veya haysiyetsiz bir hayat sürmesi halinde, diğer eş boşanma davası açabilir. Ancak bu durumları bilerek evlenen veya sonradan öğrenip de affeden eş, artık bu sebeplere dayanarak boşanma davası açamaz. Yargıtay kararlarına göre, örneğin eşin suç işlediğini bildiği halde uzun süre sessiz kalması ve evliliği devam ettirmesi, affetme olarak kabul edilmektedir.

 

 

Affetmemenin Maddi Sonuçları

Boşanma davalarında affetmeme durumu, birçok maddi sonucu beraberinde getirmektedir. Bu sonuçlar, özellikle kusur oranları ile doğrudan bağlantılı olup, tarafların ekonomik geleceğini önemli ölçüde etkilemektedir.

Maddi Tazminat Üzerindeki Etkiler

Türk Medeni Kanunu’nun 174/1 maddesi uyarınca, boşanma sebebiyle mevcut veya beklenen menfaatleri zedelenen kusursuz ya da daha az kusurlu eş, kusurlu eşten maddi tazminat talep edebilir. Affetmeme durumunda, özellikle kusurlu davranışın varlığı kesinleştiğinden, maddi tazminat talep etme hakkı güçlenir. Örneğin, eşin zinasını affetmeyen ve bu sebeple boşanma davası açan taraf, evlilik birliğinden doğan ekonomik beklentilerinin zedelenmesi nedeniyle tazminat talep edebilir.

Manevi Tazminat Açısından Sonuçlar

Kusurlu eşin davranışlarının affedilmemesi, manevi tazminat talebinin de temelini oluşturur. TMK 174/2 maddesi gereğince, kişilik hakları saldırıya uğrayan eş, kusurlu olan diğer eşten manevi tazminat isteyebilir. Örneğin, eşin onur kırıcı davranışlarını affetmeyen taraf, bu davranışların kendisinde yarattığı manevi zararların tazminini talep edebilir.

Nafaka Hakları Bakımından Değerlendirme

Affetmeme durumu, nafaka hakları üzerinde de önemli etkiler doğurur:

Yoksulluk Nafakası

Boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla diğer taraftan süresiz olarak nafaka isteyebilir. Affetmeme durumu, kusur değerlendirmesinde önemli bir rol oynar. Örneğin, eşinin sadakatsizliğini affetmeyen ve bu sebeple boşanan eş, eğer mali durumu uygunsa yoksulluk nafakası alma hakkına sahip olabilir.

Tedbir Nafakası

Boşanma davası sürecinde, geçimini sağlayamayan eş için tedbir nafakasına hükmedilebilir. Affetmeme durumu, özellikle çekişmeli boşanma davalarında tedbir nafakası talebinin değerlendirilmesinde dikkate alınır.

İştirak Nafakası Açısından Sonuçları

Müşterek çocuklar için ödenmesi gereken iştirak nafakası, affetmeme durumundan doğrudan etkilenmez. Ancak, kusurlu davranışların affedilmemesi sonucu ortaya çıkan boşanma kararı, nafakanın miktarının belirlenmesinde ve ödeme yükümlülüğünün düzenlenmesinde dolaylı etkiler yaratabilir.

 

Affetmemenin Çocuklar Üzerindeki Hukuki Sonuçları

Boşanma davalarında affetmeme durumu, çocuklarla ilgili hukuki düzenlemeleri doğrudan etkilemektedir. Bu etkiler, özellikle velayet, kişisel ilişki tesisi ve çocuğun üstün yararı bağlamında önem kazanmaktadır.

Velayetin Düzenlenmesine Etkileri

Affetmemenin en önemli sonuçlarından biri, velayetin düzenlenmesi aşamasında ortaya çıkar. Mahkeme, velayet konusunda karar verirken eşlerin kusur durumlarını değerlendirmektedir. Örneğin, eşinin sadakatsizliğini affetmeyen ve bu sebeple boşanan tarafın, diğer koşullar da uygunsa velayet talebinde önceliği olabilir. Ancak burada temel kriter her zaman çocuğun üstün yararı olmaktadır.

Kişisel İlişki Tesisindeki Sonuçlar

Affetmeme durumu, velayeti alamayan ebeveynin çocukla kuracağı kişisel ilişkinin düzenlenmesinde de etkili olabilir. Özellikle:

  • Şiddet içeren davranışların affedilmemesi durumunda, kişisel ilişki gözetimli olarak düzenlenebilir
  • Çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyen davranışlarda, görüşme süreleri sınırlandırılabilir
  • Ağır kusurlu davranışlarda, görüşmelerin belirli merkezlerde yapılması şartı getirilebilir

Çocuk Tesliminde Ortaya Çıkan Durumlar

Affetmeme hali, çocuğun teslimi konusunda da bazı özel düzenlemeleri gerektirebilir. Özellikle:

  • İcra yoluyla çocuk tesliminde özel tedbirler alınabilir
  • Teslim ve geri alma işlemlerinin üçüncü kişiler aracılığıyla yapılması istenebilir
  • Teslim yerinin resmi kurumlar olarak belirlenmesi söz konusu olabilir

Çocuğun Psikolojik Desteklenmesi

Affetmeme durumunun çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak için mahkeme bazı tedbirler alabilir:

  • Çocuğa psikolojik destek verilmesi kararlaştırılabilir
  • Ebeveynlere aile danışmanlığı zorunluluğu getirilebilir
  • Çocuğun sosyal hizmet uzmanları tarafından düzenli takibi sağlanabilir

Bu düzenlemelerin tamamında temel amaç, ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkların çocuğa minimum düzeyde yansımasını sağlamaktır.

 

Bu konuda daha fazla yardım veya danışmanlık için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Boşanmada Af Sayılmayan Haller

 

 

Örnek Yargıtay Kararları


T.C.
YARGITAY
İKİNCİ HUKUK DAİRESİ

Esas : 2023/1450
Karar : 2023/4216
Tarih : 27.09.2023

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

SAYISI : 2021/1164 E., 2022/2515 K.

KARAR : İstinaf başvurusunun esastan reddi

İLK DERECE MAHKEMESİ : … 18. Aile Mahkemesi

SAYISI : 2018/561 E., 2021/338 K.

Taraflar arasındaki boşanma davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulü ile boşanma ve fer’îlerine karar verilmiştir.

Kararın davalı erkek vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı erkek vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı kadın vekili dava ve cevaba cevap dilekçesinde;tarafların 1980 yılında evlendiklerini, bu evliliklerinden ergin üç çocuklarının bulunduğunu, davalının T.G. isimli kadınla eşini aldattığını ve halen birlikte yaşadıklarını, davalının bu kadından U.E. isimli çocuğunun olduğunu ve bu çocuğu tanıma yoluyla nüfusuna kayıt ettirdiğini, davalının iddialarının gerçek olmadığını ve kabul etmedikleri gibi davalının affedilmesinin söz konusu olmadığını beyanla, davalının zina eylemi nedeniyle tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına aylık 1.000,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 500.000,00 TL maddî ve 500.000,00 TL manevî tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

II. CEVAP

Davalı erkek vekili cevap dilekçesinde; açılan davanın haksız olduğunu, davacının büyücülere ve hacı hocalara giderek evlilik birliğini ortadan kaldırdığını, bu nedenle kendisinin kusurlu olduğunu, eşini aldattığı iddia olunan şahıs ile müvekkilinin 2016 yılında tanıştığını, altı ay kadar ilişki yaşadığını, sonrasında tarafların ayrıldığını, müvekkilinin tek başına yaşadığını, davacının bilgisinin bulunduğunu, evlilik birliğinin devam ettiğini, davacının müvekkilini affetmiş olduğunu beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının, davalı eşine isnat ettiği zina eyleminin sabit olduğu, davalının halen bahsi geçen kadınla birlikte yaşadığı, bu kadından çocuğunun olduğu, eyleminin devam etmesi nedeniyle hak düşürücü sürelerin işlemediği ve açılan davanın süresinde olduğu, tanık beyanlarından davacının davalıyı affettiğine dair bir durumun söz konusu olmadığı gerekçesi ile davanın kabulüne, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 161 inci maddesi gereğince tarafların boşanmalarına, davacı yararına aylık 700,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 50.000,00 TL maddî, 45.000,00 TL manevî tazminatın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı erkek vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davalı erkek vekili, boşanma kararını istinaf etmediklerini, davacının müvekkilini affetmiş olduğunu, evlilik birliğinde davacının kusurlu olduğunu, müvekkili aleyhine hükmedilen nafaka ve tazminatları kabul etmediklerini ve miktarlarının fahiş olduğunu beyanla; kusur belirlemesi, davacı yararına hükmedilen tedbir ve yoksulluk nafakası ile maddî, manevî tazminat ve miktarları yönünden istinaf başvurusunda bulunmuştur.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davanın esasıyla ilgili hükme etki edecek tüm delillerin toplanıp değerlendirildiği, delillerin takdirinde yanlışlık yapılmadığı, usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yerine getirildiği, kanunun olaya uygulanmasında ve gerekçede hata edilmediği, boşanma veya ayrılık davası açılınca geçici önlemlerin re’sen alınmak zorunda olduğu, bu nedenle boşanma davasının açıldığı günden, boşanma hükmünün kesinleştiği tarihe kadar davacı yararına tedbir nafakasına hükmedilmesinde, tarafların tespit edilen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği, paranın alım gücü, günün ekonomik koşulları, davacının ihtiyaçları ve hakkaniyet ilkesi birlikte değerlendirildiğinde, hükmedilen nafakanın miktarında, herhangi bir geliri ve malvarlığının bulunmayan, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği anlaşılan ve boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu olmayan davacı yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesinde, tarafların tespit edilen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği, paranın alım gücü, günün ekonomik koşulları, davacının zorunlu ihtiyaçları, tarafların yaşları, evliliğin süresi ve hakkaniyet ilkesi birlikte değerlendirildiğinde, hükmedilen nafakanın miktarı ve ödeme biçiminde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda daha ziyade veya eşit kusurlu olmadığı anlaşılan, mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen, en azından eşinin maddî desteğini yitiren davacı yararına maddî tazminat takdir edilmesinde, tarafların boşanmaya neden olan olaylardaki kusur dereceleri ile tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, paranın alım gücü, evliliğin süresi, mevcut ya da beklenen menfaatlerin kapsamı ve hakkaniyet kuralları birlikte değerlendirildiğinde, takdir edilen tazminatın miktarı ve ödeme biçiminde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda daha ziyade veya eşit kusurlu olmadığı anlaşılan, bu olaylar nedeniyle kişilik hakları saldırıya uğrayan davacı yararına manevî tazminat takdir edilmesinde, tarafların boşanmaya neden olan olaylardaki kusur dereceleri ile tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, paranın alım gücü, tazminata esas olan fiilin ağırlığı, evliliğin süresi ve hakkaniyet kuralları birlikte değerlendirildiğinde, takdir edilen tazminatın miktarında, herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve kanuna uygun olduğu gerekçesi ile davalı erkek vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (1) inci alt bendi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı erkek vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı erkek vekili, davacının müvekkilini affetmiş olduğunu, evlilik birliğinde davacının kusurlu olduğunu, müvekkili aleyhine hükmedilen nafaka ve tazminatları kabul etmediklerini ve miktarlarının fahiş olduğunu, kararın usul ve kanuna aykırı bulunduğunu beyanla; kusur belirlemesi, davacı yararına hükmedilen tedbir ve yoksulluk nafakası ile maddî, manevî tazminat ve miktarları yönünden kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

C. Gerekçe

Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, davacı kadın tarafından açılan boşanma davasında erkeğin zina eyleminin ispatlanıp ispatlanmadığı, davacı kadın tarafından davalı erkeğin eyleminin affedilip affedilmediği, davacı kadın yararına tedbir ve yoksulluk nafakası ile maddî ve manevî tazminat verilmesi şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediği, miktarlarının uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

İlgili Hukuk

4721 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi, 6 ncı maddesi, 161 inci maddesi, 169 uncu, 174 üncü ve 175 inci maddesi. 6100 sayılı Kanun’un 190 ıncı ve 194 üncü maddesi, 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 inci maddesinin birinci fıkrası ve 371 inci maddesi. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 50 nci ve 51 inci maddesi.

Değerlendirme

Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

Temyizen …, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalı erkek vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeple;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine,

Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

09.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

 


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas : 2008/695
Karar : 2008/710
Tarih : 26.11.2008

Taraflar arasındaki “boşanma, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A… … Aile Mahkemesince boşanma davasının kabulüne, maddi tazminat davasının kısmen kabulüne, manevi tazminat davasının reddine dair verilen 23.03.2007 gün ve 2006/318 E., 2007/329 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 15.04.2008 gün ve 2007/12410 E., 2008/5373 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı tanık beyanlarında geçen olaylardan sonra evlilik birliği devam etmiş olup, davacı kadından aktarılan olaylar boşanmaya esas alınamaz.

Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca; Boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacının tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1 maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava boşanma, maddi ve manevi tazminat isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların 1972 yılında evlendiğini, davalının kavgacı ve geçimsiz bir yapısı olduğunu, davacının çalışırken maaşını emekli olduktan sonra da emekli aylığını elinden aldığını, eline çok az bir para vererek onunla geçinmesini istediğini, tarafların uzun zaman önce birbirlerinden koptuğunu, iki yabancı insan gibi ayrı odalarda yaşamaya başladıklarını ileri sürerek, tarafların boşanmalarına, davacı lehine 10.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminat takdirine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, tarafların 34 yıllık evlilikleri boyunca davalının eşini üzecek herhangi bir kötü davranışının olmadığını, davacının iddialarının asılsız olduğunu, evin geçimine yönelik her türlü ihtiyacın ortak kararlarla gerçekleştirildiğini, son üç buçuk yıldır davacının kendi maaşını kendisinin aldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin boşanma davasının kabulüne, maddi tazminat davasının kısmen kabulüne ve manevi tazminat davasının reddine dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece “uzun yıllar eşinin aşırı hesaplı ve cimrilik ölçüsündeki tutumluluğuna dayanmak zorunda kalan kadının, ekonomik ve sosyal alanda özgür ve rahat yaşamak ve ekonomik şiddetten kurtulmak için açtığı davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, direnme kararı yerindedir.

Ne var ki davalı vekilinin sair temyiz nedenleri özel dairece incelenmemiş olduğundan, dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan dosyanın davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için 2.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 26.11.2008 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Taraflar 28.08.1972 tarihinde evlenmişlerdir. Boşanma davası, davacı tarafından 03.04.2006 tarihinde açılmıştır. Yani 34 yıl sonra.

Dosyada dinlenilen davacı tanıkları davacının emekli olmadan önce birlikte çalıştığı mesai arkadaşlarıdır. Sadece bir tanesi davacının kardeşidir. Mesai arkadaşları olan tanıklar davalının davacıya harçlık vermediğini veya az verdiğini, davacının arkadaşlarına çay dahi söyleyemediğini, davacının istediği gibi para harcayamadığını bildirmişler, davacının kardeşi olan şahit ise tarafların devamlı tartıştıklarını uyum sağlayamadıklarını, çocuk bir kase yoğurt yedi diye, davalının müdahale ettiğini, bu yüzden tartıştıklarını, 7 yıl önce davalının davacıya ben senden fazla maaş alıyorum. Senin maaşın kadar bütçeye katkıda bulunacağım dediğini açıklamışlardır.

Davacı 1995 yılında emekli olmuştur. Kardeşi dışındaki şahitler mesai arkadaşlarıdır. Ailece görüşmemektedirler. Ve davacıdan duyduklarını aktarmaktadırlar. Yeni müşahhas bir olay ortaya koymamışlardır. Taraflar 1995 yılından bu tarafa 11 yıl daha beraber yaşamak suretiyle önceki olaylarda birbirlerini affetmişlerdir. Davacının kardeşi olan şahit ise davacının, çocuğa bir kase yoğurt yedirmesi nedeniyle tarafların tartıştıklarını söylemiştir. Nüfus kaydında tarafların bir çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Bu çocuk 1974 doğumludur. Davanın açıldığı tarihte 32 yaşındadır. Yoğurdu annesi çocukken yedirdiğine göre 2 yaşında yedirse aradan 30 yıl geçmiştir. Davalının bütçeye eşit miktarda para koyacağını bildiren şahit, davalının bunu uygulayıp uygulamadığını açıklamamaktadır. Odaların ayrılmasının davalıdan kaynaklandığını da söylememektedir. Yani davalıya kusur izafe etmemiştir.

Tüm şahitlerin dile getirmek istedikleri husus, davalının cimrilik derecesine varan tutumudur. Davalı onlara göre öyle cimridir ki eşine çay ısmarlayacak kadar para dahi vermemektedir. Aynı cimri davalı, Ankara’da bir daire almış, ½ payını eşinin üzerine tapuda tescil ettirmiştir. Davalı şahıs o kadar cimridir ki aldığı yazlık dairenin ve otomobilinde ½ hissesini şahit beyanlarından anlaşıldığı gibi, eşi adına tescil ettirmiştir.

Gerek davacı ve gerekse davalı memurdur. Yaptıkları tasarruf ile yukarda açıklanan daireler ile otomobili almışlardır. Ankara’daki evde müştereken oturuyorlar, yazlığa beraber gidip kalıyorlar, otomobili de birlikte kullanıyorlar. Davacı bir defasında yıllar önce tansiyon ve böbrek rahatsızlığı nedeniyle hastaneye giderken davalı otomobil ile götürmemiş, davacı hastaneye dolmuş ile gitmek zorunda kalmış, tabi ki eşini hastaneye kendisi götürse iyi olurdu şahit ne için götürmediğini veya götüremediğini açıklamıyor. Bu olay üzerinden de 3-4 yıl geçti diyor. Yeni bir olay söylemiyor.

Emekli olan iki küçük memur çalıştıkları dönemde yaptıkları tasarruflar ile ev, yazlık ve otomobil sahibi olmuşlardır.

Ankara’da kendi evlerinde oturmaktadırlar. Eğer bu evi yaptıkları tasarruf ile almamış olsalardı. Ayda asgari 500 YTL kirada oturmak zorunda kalacaklardı. Yani emekli maaşlarının yarısını ev kirası vereceklerdi. Kalan para ile zor geçineceklerdi. Tutumlu olmalarını yadırgamak ve bunu boşanma sebebi saymak mümkün mü? Tabii ki değil.

Şahitler yeni bir olay ortaya koymadıkları gibi, eski olan ve geçimsizlik sebebi kabul edilmesi mümkün olmayan olaylardan bahsetmişlerdir. Özel Dairenin yerleşmiş içtihatlarına göre eski olaylarda taraflar birbirlerini affetmişlerdir. Zira uzun yıllar yine birlikte yaşamışlardır.

Boşanmaya karar verilebilmesi için; evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılması gerekir (TMK.nun 166/1.mad.). Anlatılan nedenlerle evlilik birliği temelinden sarsılmadığı gibi, hatta hiç sarsılmamıştır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle ve Özel Dairenin yerleşmiş kararları da göz önünde tutularak çoğunluğun boşanma yönündeki görüşüne katılamıyorum.


 

Yazıyı paylaşın: